Neredeyse aynı mevsimdi. Arkadaşıyla buluşmaya gideceği yerin yolu o parkın içinden geçiyordu. Parktan geçerken yavaşladı, üç yıl önce bu zamanlar üzerinde saatlerce konuştukları bankı gördü, gidip aynı köşesine oturdu.
Tesadüf ya aynı gömleğini giymişti o gün; uçuk mavi, göğsü cepli…
Oturduğu mermer bankın soğukluğu aynı, baktığı manzara aynı, şehrin uğultusu aynı...
O zaman yeni dikilen ağaçlar bugün biraz serpilmiş yapraklarına hayat gelmişti; birkaç serçe cilveleşiyordu göğe uzanan dallarında. Fark ettiği tek değişiklik buydu, onun dışında görünen her şey sanki zaman donmuş da onu beklemişçesine aynıydı.
Peki ya görünmeyenler? Hissettikleri, düşündükleri? Onlar da aynı yerde duruyor muydu?
Üç yıl önce bu bankta yanında O’nun oturduğu boş yere doğru elini uzattı, hafifçe dokundu, sonra sevdi o soğuk mermeri.
İnsanlara ve sevgilerine sahip olma arzusundan sıyrılalı epey olmuştu.
“Bazı boşluklar bile sevilmeye değer” diye düşündü. Tam o sırada, pantolonun paçasından açıkta kalan bileğine bir tekirin kuyruğu sürtündü yavaşça. Kedi duraksamadan salına salına yoluna devam etti. Gülümsedi Ceren.
Bulunduğu park şehrin göbeğinde gürültülü bir meydandaydı. O gürültüde gözlerini kapadı, kendini, kalbini duyabilmeye çalıştı...
3 yıl önceki gibi mi hissediyordu? Aynı heyecan, aynı sitem, aynı beklentiler, içinde bir yerlerde duruyor muydu hala? Bekledi, dinledi ama duyamadı cevabı. O da değişmişti demek.
Hiçbir şey aynı kalamıyordu şu hayatta. Her şey geliyor ve geçiyordu. İnsan yolculuk sırasında birilerine, bir şeylere temas ediyordu sadece. Hepsi o.
Onun tek istediği güven duygusuyla köklenebilmek ve fırtınalara dayanabilmekti ama hayat, kontrol etmeye çalıştıkça başka bir yerlerinden mutlaka değişiyor, değiştiriyordu.
Sevdiğine ait bir boşluğu bile içinde uzun süre saklayamıyordu insan, her boşluk doluyordu.
Mutlaka başka bir duygu gelip onun yerini alıyordu. Huzur, ancak kontrol etmeyi bırakıp hayatın akışına uyum sağlamakla geliyordu. O da öyle yapmıştı, elinden gelen bildiği en doğru şekilde davranmış sonrasında gelen her şeye “peki” demişti.
Gözü az evvel kuyruğuyla bileğine sürtünerek ona sevgi gösteren tekiri aradı. Kedi ona yanaşmış ama yanında kalmamış, ilerideki ağacın altındaki artık yemeklerle karnını doyurmaya gitmişti.
“Şu kedi gibi olmalı” diye mırıldandı kendi kendine. “Birilerine dokunup, hayatlarını güzelleştirip, bir değişimi başlatmalı ve oyalanmadan kendi yoluna devam etmeli… Olur da yürüdüğümüz yollar paralel çıkarsa ne ala, birlikte yolculuk ederiz; ama çıkmazsa da kimseye gücenmenin anlamı yok. Herkes kendi yolunda yürüdüğünde bulacak bulması gerekeni.”
3 yıl önce bir kış günü ada vapurunun rüzgarlı güvertesinde, martıların şahitliğinde tanışıp kalbine yerleştirdiği Mert’i düşündü. Farkında olmasa bile Ceren’in hayatında ne çok değişime yol açarak iz bırakmıştı. “Bilse ne çok şaşırır” diye düşündü. Oysa anneannesinin hastalığı sırasında kaldığı Büyükada’da, birlikte yaptıkları orman yürüyüşlerindeki konuşmalardan derinden etkilenmiş ve hayatında yepyeni bir sayfa açmıştı.
Kontrol edemediği şeylerle barışmıştı, gücünü yapabildiklerine odaklıyor onun dışında başına gelenlerle savaşmadan uyum sağlamaya çalışıyordu. Gücünü yeterince sınamış ve yenilmişti ki, sonrasında kendisinden daha büyük olan hayatın gücüne teslim olmuştu.
Çevresi elbette garipsemişti bu değişimini. O tanıdıkları deli dolu, her zaman herkese koşuşturan Ceren gitmiş, yerine daha sakin ama kimilerine göre daha sıkıcı biri gelmişti.
Kendini yalnız hissettiği böyle zamanlarda duvarında asılı olan Kafka’nın o meşhur sözüyle teselli buluyordu “Dışarıya kapanmak, esasen içeriye açılmaktır.”
O da içine açılan kapıdan her girdiğinde hiç de yalnız olmadığını hissediyordu. Mert ona içindeki zenginliği göstermiş, sonra da yanında kalmamış kendi yoluna gitmişti.
Ceren kediye baktı; yemeğini bitirmiş, patisiyle yüzünü temizlemekle meşguldü.
Gülümsedi. Son kez yanındaki boşluğa yavaşça dokunarak oturduğu banktan kalktı, yürümeye devam etti.
Mayıs 2019, İstanbul
Comments